Prof. Dr. Ethem Güneren
Tokat’ın Zile ilçesi, Minare-i Kebir Mahallesi, Müftüoğlu Sokak, 63 kapı numaralı, bugünlerde 2. derece tarihi eser olarak tescilli, iki asırlık kâgir yapılı bir evde dünyaya gelmişim. İlkokulu üç farklı şehirde, dört farklı okulda tamamladım. Ortaokulu Samsun Maarif Koleji’nde, liseyi Bursa Anadolu Lisesi’nde parasız yatılı okudum. İstanbul Tıp Fakültesi mezunuyum.
Orta halli bir memur ailesinden geliyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından, sınavla seçilerek, maarif kolejinde parasız yatılı okutulmuş öğrencilerden biriyim.
Bakın burası çok önemli; çünkü o yıllarda (1974) bizim oralarda maarif koleji nedir bilinmezdi. Sözlerime bu kolej olayının hikâyesini anlatarak başlamak istiyorum.
O zamanlar, Anadolu’nun küçük ve güzel şehirlerinden birindeyiz. İlkokul son sınıftayım. Elbette bu hikâyenin kahramanı olarak; en akıllı, en hızlı, en güçlü, en uzun (pardon burası yanlış oldu), velhasıl en başarılı benim, dolayısıyla da okul birincisiyim. Zaten kim kendi hikâyesinde başka birisinin kahraman olmasını ister ki?
Beşinci sınıfın ikinci dönemindeyiz. Sivas Yıldızeli Devlet Parasız Yatılı Ortaokulu giriş sınavının yapılacağını öğrendim. Evdekilerle “kazansan bile ta oralara göndermeyiz seni” diye başlayan ve “ortaokullarda sınavlar test usulüymüş, denemiş olursun”la sonuçlanan tartışmaların ardından, sınava girmeme karar verildi. Sınava girdim çıktım. Sonuç kimin umurunda!
Ardından ilkokul bitti. Yaz tatilinde, o yıllarda her memur ailesinin yaptığı muhteşem tatil programlarından birini biz de yaptık. Memlekete dedemlerin yanına gittik. Bizim ilçe ile il merkezinin arası 60 km. O günün şartlarında ayda yılda bir gidilir uzaklıkta, bugünün şartlarıyla yürüme mesafesinde. Haziran ortalarında bir gün ailecek arka bahçede çalışırken, bahçenin dışından birisinin babama seslendiğini duydum. Merakla bahçe duvarına tırmandım. Gelen adam, babamın çalıştığı kurumun ilçedeki şubesinin personeliydi. Babama bir mektup verdi. Mektupta; “Velisi olduğunuz Ethem Güneren girmiş olduğu Devlet Parasız Yatılı Ortaokulları Giriş Sınavı’nın birinci aşamasını kazanmıştır, yarın sınavın ikinci aşaması il merkezinde yapılacaktır.” yazıyor. Hımm, demek ki sınav iki aşamalıymış. Bu ayrıntıyı dahi bilmeden girdiğim sınavı kazanmışım. İyi. Herkes sevindi, ben de sevindim. Hemen ertesi gün il merkezine gitmek nasılsa mümkün olmayacağına göre endişe edecek bir şey yok derken, babam ne yaptı etti beni ertesi günkü sınava yetiştirdi. Sınava girdik çıktık, o şartlarda sonucun ne olduğu zaten kimin umurunda. Sınav konusu da unutuldu gitti. İki ay sonra ortaokullar açıldı. Beni de eve yakın bir ortaokula kaydettirdiler. Ortaokullarda şapka mecburiyetinin kaldırıldığı yıldan bir yıl sonrası olmasına rağmen, ortada henüz şapka yasağı tam kesinleşmemiş gibi bir hava vardı. Kimi çocuklar şapkalıydı, kimileri değil. Ben de gerçekte şapka masrafına gücümüz yetmediği için, görünürde ise ortalıktaki sisin dağılmasını ve şapka mecburiyetinin kaldırılmasının kesin olup olmadığını bekleyenler arasındaydım.
Okulun ikinci haftasındaydık, evimize bir mektup daha geldi. Mektupta; “Velisi olduğunuz Ethem Güneren, Samsun Maarif Koleji’ne Devlet Parasız Yatılı Öğrenci olarak kayıt hakkı kazanmıştır, en kısa zamanda vs. vs.” yazıyor. Samsun nerededir? Maarif koleji nedir? Zaten ücretini ödeme gücümüz yoktur; o zaman üzerinde durmaya da gerek yoktur. Konu kapanmıştır. Ama orada dur bakalım, dedi içimden bir ses; bak dedi, burada devlet parasız yatılı yazıyor. Hay Allah! Ne yapsak? Zor bir durum. Babamın tek başına verebileceği bir karar değil. Apar topar, ver elini memlekete, dedeme danışmaya gittik. Dedem babama, “Oğlum, ben seni okuttum, sen de bu çocuğu okutacaksın.” dedi. Ertesi gün, anacım ve babamla birlikte şehirlerarası otobüste yerimizi almıştık. İstikamet Samsun. O yıllarda beni otobüs tutardı. Her seyahatte mutlaka kusardım. Bu sefer kusmadım; çünkü yolda 5 saat boyunca anacım güneşten rahatsız olmayayım diye elindeki mendili cama perde niyetine tutarak, bana gölgelik etti. O günün unutulmaz bir diğer hatırası da yatakhanede bana tahsis edilen yatağın kenarına oturup, gene anacımın alelacele nerden bulduysa, bulduğu iğne ve iplikle iç çamaşırlarımın köşelerine, adımın baş harflerini işlemesiydi. Bunun önemini sonradan, ortak yıkanan çamaşırların teslim edildiği günlerde, temiz çamaşır yığınlarının içinden bana ait olan don ve atletleri ararken anladım. Sonuçta birkaç saat içinde beni okula yerleştirdiler, yoksa teslim ettiler mi deseydim, sanırım bıraktılar demek en doğrusu; bıraktılar ve gittiler. Daha 11 yaşındaydım. Bir su damlası kadardım. Yatılı okuldaydım. İlk haftalarda her gece ağladım. Sonra alıştım.
Bu hikâyenin bir de perde arkası var. Sivas Yıldızeli Devlet Parasız Yatılı Ortaokulu giriş sınavından Samsun Maarif Koleji’ne devlet parasız yatılı öğrenci olarak nasıl geçirildiğimi uzun yıllar merak ettim, araştırdım, sonunda öğrendim.
O dönemin başbakanı, nam-ı diğer Karaoğlan (Bülent Ecevit, 1925-2006), Milli Eğitim Bakanı da Mustafa Üstündağ (1933-1983) idi. O yıl Devlet Parasız Yatılı Ortaokulları sınavına giren öğrencilerden bir grup, aldıkları puan bakımından geride kalan çoğunluğa ciddi anlamda fark atmışlar, yani bir bakıma açık ara önde gitmişler, bildiğiniz çan eğrisi bozulmuş. Bu durum Milli Eğitim Bakanı’nın dikkatini çekmiş. Bakan, başbakana; ‘’Bu çocuklar Anadolu kırsalında görev yapan askerler, öğretmenler, memurlar ve köylerdeki imkânsız ailelerin çocukları için kurulmuş orta düzeyde bir eğitim kurumu olan yatılı bölge ortaokullarında değil, müfredatı ileri İngilizceyle desteklenmiş fen ve bilim yuvaları olan (ve o yıllarda ülkemizde sadece 11 adet bulunan) maarif kolejlerinde okumalılar. Bunlar zeki, çalışkan ancak fakir Anadolu köy çocukları. Bunlar maarif kolejlerinin ücretlerini ödeyemeyeceklerini bildikleri için sınavına dahi başvurmamışlar. Bu çocukları biz parasız yatılı olarak devlet adına maarif kolejlerimizde okutalım. Bunlar ileride çok başarılı insanlar olacak ve ülkemizin aydınlık geleceğinde rol alacaklar’’ demiş.
Karaoğlan zaten vizyoner adam, bunu derhal onaylamış vesselam. İşte ben de bu şekilde devlet eliyle tozdan topraktan köyden kırsaldan elinden tutularak ayağa kaldırılanlardan biriyim. Bana bu eğitim imkânını sağlayarak bugünlere gelmeme olanak veren bu müthiş ileri görüşlülüğün sahiplerine, Üstündağ ve Karaoğlan’ın nezdinde Türkiye Cumhuriyeti devletime müteşekkirim. Bu hikâyedeki özne tüm köy çocuklarıdır. Bu hikâyeyi kitabın başındaki özgeçmiş kısmında bu kadar yani uzun uzadıya yazacak kadar önemsememin sebebi; çok değil yirmi yıl önce otuz binden fazla köy okulunun bin bir uyduruk gerekçeyle ama aslında cebren ve hileyle kapatılmasını müteakiben zorlukla sürdürülen taşımalı sistemin de sözüm ona tasarruf tedbirleri gereğince kaldırılması nedeniyle bugün sekiz yüz binden fazla köy çocuğunun eğitimlerine devam imkanının dahi kalmaması veya malum tarikat yurtlarına mecbur ve mahkûm edilmelerine dikkat çekmek içindir. İnsan gayr-ı ihtiyari son elli yılda nereden nereye geldik diyor. Bunu aslında nereden nereye geldik diye değil nasıl ve ne ara bu kadar geriye gittik diye sorgulamak lazım. Çünkü bugün yapılan yanlışlıklar bugünü bir kez zora soksa da yarına daha çok ve sürekli olarak zarar verir.
Sonuçta; köyden kırsaldan yani küçük bir yerden gelmiş, ileri eğitim şansı bulmuş bir Anadolu Türkmen’i olarak, hayatımı kazanmak için, okumaktan başka seçeneğim yoktu. Okudum, doktor oldum. Uzmanlığımı Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi alanında yaptım. Yurt dışında yapılan yazılı ve sözlü sınavlarla kazandığım Avrupa Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi yeterliliğine (European Board of Plastic, Reconstructive and Aesthetic Surgery – EBOPRAS) ve Türk Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi yeterliliğine (TPRECD) sahibim. Ayrıca El Cerrahisi ve Ağız Yüz Çene Cerrahisi alanlarında da uzmanlıklarım var.
Uzmanlık alanlarımda bugüne kadar ürettiğim 352 bildiri ve 95 adedi uluslararası, 63 adedi ulusal dergilerde yayınlanmış 158 tane makaleme 571 kere atıf aldım.
Bknz: ( Tıklayınız... )
H faktörüm 12, i10 indeksim 18 olup, serbest bildiri dalında ulusal plastik cerrahi kongrelerinde 3 birincilik ve 2 ikincilik ödülü aldım. Kısa adları biyoderi ve biyokemik olan kök hücre çalışmalarımla ilgili 2 adet San-Tez projesi tamamladım.
Amerikan Plastik Cerrahi Dergisinde (American Plastic Surgery Journal) yayınlanan, bireyin kendi yağ dokusundan elde edilen kök hücreler kullanılarak deri dokusu geliştirilmesine dair olan San-Tez projemin makalesi, Amerikan Plastik Cerrahi Derneği (American Plastic Surgery Society – APSS) tarafından 2016 yılının en iyi deneysel makalesi seçildi.
“Mekanik Dayanıma Sahip Biyo-Uyumlu Fibrin Doku İskelesi Üretimi için Bir Yöntem” başlıklı patentim 02-06 Ekim 2024 tarihlerinde Adana’da düzenlenen 9. Türk TeknoFest Uluslararası Buluş Fuarında Türk Patent ve Tescil Ofisi tarafından gümüş madalya ile ödüllendirildi.
Gençliğimde yayan yapıldak, çiğ mızrak, sadece yerel araçları kullanarak İran, Pakistan ve Hindistan üzerinden Nepal’e gittim. Katmandu’nun Nagarkot köyüne kadar çıkarak, tırmanmadan da olsa Everest’in zirvesini seyrettim.
Gönüllü doktor olarak, son 22 yılda 35 kez gittiğim A’dan (Azerbaycan) Y’ye (Yemen) kadar çoğu Afrika’da olmak üzere birçok imkânsız ülkede T.C. TİKA desteği, Sağlık Bakanlığı’nın onayı ve başta Yeryüzü Doktorları Derneği olmak üzeri çok sayıda STK’nın katkılarıyla Gülümseyen Çocuklar projeleri kapsamında binlerce dudak-damak yarıkları onarımı ve yanık büzüşmeleri açılması ameliyatı yaptım.
Akademide geçirdiğim 30 yıldan sonra, çalışmalarımı özel kliniğimde, sağlık turizmi genelinde olmak üzere, estetik cerrahi ağırlıklı olarak sürdürüyorum.
Doktorluk, cerrahlık derken akademik süreçten sonra tıp dışı şeyler yazmak nereden çıktı, onu da anlatayım. Malum plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi uzmanıyım. Buradaki ‘rekonstrüksiyon’ kelimesi tam olarak ‘yeniden yapmak’ yani bir bakıma ‘onarmak’ demektir. Bu bir nevi ‘tamircilik’ sayılır. Bu kavramdan yola çıkınca kendimi, içimdeki kelimelerde bulunan kötü, yanlış, çirkin ve zararlı gibi olumsuz imgelere neden olan harfleri tamir edip onları iyi, doğru, güzel veya yararlı cümlelere dönüştürürken buldum. Bu arada yaşadığı sürenin yarısından fazlasını hastaları ile geçirmiş biri olarak çok hikâye biriktirdiğimi fark ettim. Başka bir deyişle, bir elimle ameliyatlar yaparken diğer elimle aklımdan geçenleri yazdım.
Toprağa bile sert basmaktan çekinen bir insan kadar naif olmak istiyorum. Başaramasam da ona yakın bir hassasiyet içinde yaşamak erdemdir, diye düşünüyorum.
Aklıma takılan bir diğer konu da sonsuza dek canlı kalmanın tahammül edilemezliğidir. Başka bir deyişle yeniden ete kemiğe bürünmeyi düşlemek hakkında da kendime göre bir hayalim var. Bunu küllerinden yeniden doğmak şeklinde özetleyebilirim. Bu nasıl mümkün olur? Bu, çağlar üstü, kurallar üstü, ekoller üstü veya doktrinler üstü, ya da nasıl denir zamanın tümünü kucaklayamasa da ona yakın, insanlığa faydalı ve canlı-cansız tüm varlıkların bekalarına katkı sağlamak adına işe yarayacak fikirler üretmekle ve eserler yapmakla mümkündür. Kendisinden sonra gelenler onun yazdıklarını okurlar ve onun bıraktıklarına hürmet ederek kullanmaya devam ederlerse ve hatta geliştirmeye çalışırlarsa, işte o zaman sonsuza dek canlı kalmak fiilen gerçekleşmiş olur.
Ben böyle düşünüyorum. İşte bu nedenle bunları yazdım. “Ben yazmasam, sen yazmasan, biz yazmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…”
Kitaplarım;
Şiirlerim;
Uslu Kentli
Zorunlu⁄gönüllü doktorluk anılarım;
Annemin Emarı Geldi
Uzmanlık alanı deneyimlerim; Estetik Cerrahi Kılavuzu
Yaşadıklarımdan aklımda kalanlar; Şimdi Sonsuzdur
Gerçeküstü bir aydınlanma manifestosu; Ali Ayşe’yi Seviyor
Dezavantajlı bireylere ithafen bir fabıl; Tek Kanat
A fable dedicated to disadvantaged individuals; Sole Wing
Bağımsız makaleler, hikâyeler ve denemeler: Ama O Başka
‘Antikırılganlık’ üzerine bir hikâye; Babamın Kitapları
Kendini bilmek hakkında epik deneme; Ayna
Zaman içinde rüyadan girip hayalden geçip hayattan çıkan ve kültürel emrivakilere odaklanan bir deneme; Tamirci
İnsanın kendi taşının içinden çıkmasına yardım etmek amacıyla yazılan bir deneme; Taşın İçindeki İnsan
Estetik cerrahi ameliyatlarının fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel bir iyilik olduğuna dair bir hikâye; Firuze
adları ile yayımlandı.
Not: Kitaplarımın PDF’lerine ethemguneren.com ’dan ücretsiz erişebilirsiniz.
Prof. Dr. Ethem Güneren
Klinik: Cumhuriyet Mahallesi Onur Sokak. No:3, Beylikdüzü, İstanbul
Hastane: Ataköy Medicana Hastanesi, Rauf Orbay Caddesi, Sahil Yolu. No: 2 Bakırköy, İstanbul
GSM : 0 532 341 98 48
E-posta : eguneren@gmail.com
Web : www.ethemguneren.com
X : ethem güneren
Instagram : ethemguneren
Facebook : Ethem Güneren